Mukabelenin fazileti

Kur’an hafızlarının camide ya da bir başka temiz yerde, cemaata karşı oturup Kur’an okumaları olayıdır. Kaynağı da; Hazreti Fatıma (radıyallahu anha) validemizden rivayet edilen şu hadistir:

Babam Nebî (aleyhisselam), bana gizlice şöyle söyledi: “Her sene Cibril, Kur’an-ı benimle bir kere mukabele ederdi. Bu sene iki defa mukabele eyledi. Öyle sanıyorum ki (kızım) ecelim yaklaşmıştır.” (1)

Mukabele, “arz” ve “tebliğ” manasına da geliyor. Hazreti Cibril’in, irtihal-i Nebevî senesi Kur’an-ı,Rasûl-i ekreme en son olarak bir arz ve tebliği vardır. Ki buna “Arza-ı Ahîra” denilir. İşte bu Arza-ı Ahîra denilen son sunuluşta Kur’an-ın kıraati (okunuş şekilleri) takarrür etmiştir. (2)

Kur’an-ı Kerim, Rasûl-i Ekrem’e ayet ayet nazil olurdu. Her nazil olan ayetin yeri ve hangi sürenin neresine yazılacağı, Cibrîl tarafından bildirilirdi.Rasûl-i Ekrem ise Vahiy katiplerine bu suretle yazdırır ve hafızlar da bu tertib üzere hıfzederlerdi. İşte, böyle özel bir dikkat ile ezberlenen ve yazılan Kur’an-ı Mübin, her sene Ramazan ayında Cibril ile Rasûl-i Ekrem mülakî olarak müdârese ve tekrar (müzakere) edilmek suretiyle takrîr edilirdi. (3)

Demek ki Mukabele, Kur’an-ı ve manalarını okumak; öğrenmek ve bu işin dersini, müzakeresini ve mütalaasını gerçekleştirmek için oturum ve mülakat yapmak manalarına da gelmektedir.

PAHA BİÇİLMEZ FAZİLETİ

Mukabele’nin ne demek olduğunu ve paha biçilmez değerini, Müslim’in Ebu Hureyre’den rivayet ettiği şu hadisten daha iyi anlayabiliyoruz:

“Bîr kavim ki, Allah’ın mescidlerinden birinde; Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı okuyup-dinlemek, O’nun müzakeresini ve dersini yapmak üzere toplanarak otururlarsa; onları melekler kanatlarıyla gölgelerler ve onlar, böyle bir zikri bırakıp ta başka bir söze dalmadıkça; (yani dünya lakırdılarıyla bu güzelliği bozmadıkça) onların üzerine Sekinet iner. Onları rahmet kaplar. Onları melekler çepeçevre kuşatıp, yaptıklarını hayranlıkla seyrederler. Ve Allah (c.c.), kendi zatına çok yakın bulunan mukarrabîn meleklerine, onlardan övgüyle bahs eder” (4)

Mukabele’nin, nerelerde okunması gerektiği de açıkça belirtilen bu hadîse göre; Kur’an’la meşgul olanlara lütfedilecek Sekînet ve sair faziletler, bu meşguliyet süresince kendilerinden ayrılmıyor. Ne zaman ki onlar, bu soylu işten uzaklaşır da dikkatleri Kur’an’dan başka yerlere çekmeğe başlarlarsa, işte o zaman üzerlerine inen Sekînet rahmet ve melaike halkaları kaldırılıyor da, böylece ilahî iltifattan mahrum bırakılıyorlar. Ne büyük kayıp, değil mi?.. Bu kayba uğramamak için, Mukabele’yi okuyacakların da dinleyeceklerin de, laubalilikten son derece sakınıp ciddî ve samîmî olmaları gerekmez mi?.. Abdullah b. Abbas diyor ki:

“Allah’ın evlerinden bir evde toplanıp da Mukabele’ye devam edenleri, melekler kanatlarıyla gölgelerler. Çünkü onlar, orada Allah’ın misafiridirler. Fakat bu ikram, onlar bu işten uzaklaşmadıkları müddetçe böyledir. (5) Hatta, Atıyye’nin Ebu Said el-Hudrî’den rivayet ettiği bir hadîse göre: Mukabele’ye iştirak eden taraflara, istiğfar etmeleri için, Allah özel melekler görevlendirmektedir.(6)

SEKİNET NEDİR?

Hadiste, altını çizdiğimiz Sekînet’in manasına gelince:

Üseyd b. Hudayr diyor ki:… Bakara suresini okuyordum. Bir de başımı semaya kaldırdım ki, üzerimde şemsiye gibi bir bulut sallanıyor. İçerisinde rengarenk ışıklar yanmakta.. Sonra feza içerisinde yükseldi, yükseldi ve gözden kaybolup gitti. Durumu Allah Rasûlü (s.a.)’e anlatınca şöyle buyurdular:

“O neydi bilebildin mi?” Hayır Ya Rasulallah! “Onlar, melekler topluluğu idi. Senin tatlı sesinle okuduğun Kur’an-ı dinlemek için yaklaşıyorlardı. Eğer, sabaha kadar okumağa devam etseydin, onlarda seninle sabahlayacaklardı. İnsanlar onları görecekler ve onlar da insanlardan saklanmayacaklardı. (7) Demek ki Sekînet, Kur’an okuyanları dinlemek, onları kanatlarıyla gölgelemek, onlara istiğfar etmek ve onları, dinleyicileriyle birlikte, çeşitli tehlikelerden korumak üzere, Allah tarafından gönderilen melek cemaatıdır. İşte bu inançla Mukabele”ye katılan müslümanlara Sekînet ve sükunet, vekar ve haysiyet, rahmet ve fazilet, mürüvvet ve ünsiyet verilerek; onlar birtakım huzursuzluklardan, korku ve kederlerden, şiddet ve dehşetlerden, zihnî ve ruhî sıkıntılardan, açmaz ve çıkmazlardan, kin ve intikam duygularından, hasılı “Stres” denilen çağın hastalıklarından kurtarılacaklardır. Çünkü şairimiz de, bu noktanın altını çiziyor ve diyor ki:

“İza künte fi ğammin ve hemmin ve şiddetin

Fekerrir kelamallahi tüncî ve tes’ad”

Her ne zaman bir gam, bir hem ve bir şiddette olursun;

Kelamullahı tekrar et, kurtulur mutlu ve mes’ud olursun!.

Mukabele’de unsurlar:

Mukabele’de 1. unsur dinleyecidir. Yani talib yada öğrenci… Kur’an-ı dinlemek de, tıpkı okumak gibi, bir ibadettir. İbadet ise, sadece Allah için yapılır. İkinci unsur ise, Mukabele’yi okuyan, arz eden, sunan, yani tebliği eden Kari veya Talî’dir. Bu kimseye hoca da diyebiliriz.

KUR’AN l HAKKIYLA OKUMAK

Şimdi, Mukabele’cileri sınıflandırma bakımından, sunacağım bilgilere dikkatleri çekmek isterim:

Ebû Bekr Muhammed b. el-Acurî’nin (öl. 360 h.), “Ahlaku Ehli’l Kur’an” isimli eserinde (s. 52), Ebu Said el-Hudrî’den rivayet edilen iki hadiste buyuruluyor ki: “Seneler sonra bir nesil gelecek de namazı zayî edecekler ve şehvetlerine tabî olacaklar. Bunlar kıyamet gününde, Gayya’ya atılacaklar. Sonra bir nesil daha gelecek ki onlar Kur’an okuyacaklardır. Fakat, okudukları Kur’an gırtlaklarından öteye geçmeyecektir. Çünkü Kur’an okuyucuları üç kısımdır: 1. Okuyup amel eden, yaşayan mü’minler. 2. İnanmayarak okuyan münafıklar. 3. Kur’an-ı, bir ticaret metal gibi okuyup satan tacirler.

Evet, “Kur’an-ı öğreniniz ve O’nunla Allah’tan cenneti isteyiniz. Bunu öyle bir zaman gelmeden önce yapınız ki, o zamanda Kur’an-ı öğrenen bir kavim, Kur’an’la dünyayı isteyecek, (Onu ticaret malı gibi satacak). Biliniz ki Kur’an-ı öğrenenler, okuyanlar üç kısımdır: Birisi var ki, başkalarına caka satmak için öğrenir-okur. Birisi var ki, O’nu satıp yemek için öğrenir-okur. Birisi de var ki, Kur’an-ı sırf Allah rızası için öğrenir ve okur. (8)

HANGİ GRUPTANIZ?

Hasan Basrî der ki: Bu Kur’an-ı okuyanlar üç sınıftır: Birincisi o kişilerdir ki, Kur’an-ı okurlar ve fakat, yaptıkları şey O’nu bir yerden bir yere, pazardan pazara taşımak, ticaret malı gibi satmaktır. İkincisi o kişilerdir ki, Kur’an-ın sadece harfleri ve lafızları üzerinde dururlar ve O’nun çizdiği sınırlara, manalara hiç kulak asmazlar. Bunlar, yemin ederek “ben iyi Kur’an okurum, O’nun hiç bir harfini eksiltmem” der-dururlar. Ki bunları, ancak mezarlıklarda, cer şebekelerinde görürsünüz. Allah’a yemin ederim ki, bunlar kendilerini çok beğenmiş kibirli kişilerdir. Üçüncüsü de o kimselerdir ki, gecesini gündüzünü Kur’an’a ve O’nun hıfzına harcarlar. Arzu ve isteklerini O’nun için terk ederler. O’nun hayat veren ahkamına teslim olurlar da, haram saydıklarını haram, helal saldıklarını da helal sayarlar. Zaten Allah Celle Teala da, bizi düşmanlarımızdan onların hürmetine korur. Onların yüzü suyu hürmetine bizlere yağmurlar yağdırır. Ancak ne var ki, Kur’an’a karşı davranışı böyle olanlar, Kibrit-i Ahmer’den yani kırmızı altından daha az ve daha kıymetlidirler. (9)

KUR’AN’I DİNLEME ADABI

Mukabele’de cemaate düşen görev ve sorumluluk, Kur’an Dinleme Disiplinleri’ne son derece saygılı olmaktır. Okuyucu da, aynı zamanda okuduğunu dinlediği için, bu disiplinlere titizlikle uymalıdır. Bu disiplinlerin bazılarını burada zikretmek istiyoruz:

1. Susup-Dinlemek

2. Kafirlere Benzememek.

3. İmanı Kuvvetlendirmek.

4. Tedebbür Etmek.

5. Ağlamak.

6. Amel Etmek.

Evet, cemaat açısından Mukabele’de birinci disiplin susmak ve dinlemektir. Bu disiplin: “Kur’an okunduğu zaman, O’nu kulak verip dinleyin ve susun ki, merhamet edilmiş olasınız.” mealiyle bildirilen ayetten anlaşılmaktadır.(10) Bu susmanın ve dinleyişin vasfı da: “Şüphesiz ki bu Kur’an’da, aklı başında olanlara yada şuuruna sahib olarak kulak verip dinleyenlere büyük ibret vardır” mealindeki ayette verilmiştir.(11)Akıllıca ve şuurluca kulak verip dinlemek, Yoksa: “İşitir, kendisine okunan Allah’ın ayetlerini de, sonra onlara inanmamak ve dediklerini yapmamakta inad ve ısrar edip-durur. Sanki onları hiç dinlememiş, duymamış, kulağına kurşun akmış gibi” manalarıyla anlatılan ayetlerle bildirildiği gibi değil. Çünkü, Kur’an-ı böyle bir dinleyişle dinleme, Kur’an’la istihzadan başka bir şey değildir.(12) Bunlara veyl ve azabı elîm vardır. (12)Kur’an-ı dinleyenlerden istenen, O’nu en güzel şekilde duymak ve O’nun en güzeline uymaktır.

Dipnotlar: 1. Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, 11/231 (Mütercim: Kamil Miras), 2. baskı, dib. Yayınları, ank. 1972. 2.Age. 7/318. 3.age. 7/316. 4.Müslim, Cami’us-Sahih, 3/2074 (Çağrı Yayınları, İst.- 1982) Hadis no:2699; Bu hadisin geniş izahı için bakınız: Abdullah SIRACÜDDİN, Tilavetu’l-Kur’an’i'l-Mecid, 56-60. 5. Age. 59. 6. Age. ve yer.7. Buharî, Bab :2 (VI, 106); Müslim, 1/548-49; 3/2074; ez-Zürkanî, Şerhu’l-Muvatta’, Babu macae fii’l-Kur’an, 1 /368-69, (Kenarında Ebu Davud’un Sünen’i var) 8. el-Acurî, Ahlaku hameleti’l-Kur’an, 52-53; 64-65.9. Age. ve yerler. 10. Araf, 204.11. Kaf, 37 12. Lokman, 5; Casiyeh, 7-8

Yorumlar

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>