KARDEŞİNİ KENDİNE TERCİH ETMENİN FAZİLETİ
Sizden hiçbiriniz, kendi nefsi için istediğini ve sevdiği şeyleri din kardeşi için de isteyip sevmedikçe gerçek bir mümin olamaz,”[ Buharî, İman, 8; Müslim, İman, 69; Nesaî, İman, 19.] hadis-i şerifi bu konuda her şeyi ifade edecek kadar özlüdür.
Hadis-i şerif Allah için sevilen ve sayesinde nice ilahî lütuflara erişilen mümin kardeşler, insanı Allah’a düşman eden mücrim nefis kadar sevilemezse, bu sevgi yetersizdir.
Başkasına infak ve karşılıksız sevgi, ancak gerçek ve kuvvetli bir imanla elde edilebilir. Allahu Teala’yı yakinen tanımayan ve O’nun yüce sevgisiyle eşyayı gönlünden atamayan kimse, başkasını karşılıksız sevemez, dünyevî bir çıkarı olmadan kimseye ikram edemez. Allahu Teala’nın rızasını her şeyin üstünde tutmanın nasıl olacağını ispat eden şu müminlerden, gerçek iman ve kardeşlik dersini öğrenelim.
Velilerden CÜNEYDİ BAĞDADİ [k.s] demiştir ki:
“Arkadaşlığın hakkı, kendi malından kardeşine bolca verip onun malına göz dikmemen, kendin ona insaf edip ondan insaf beklememen, sen ona tabi olup onun sana uymasını arzulamaman, ondan sana ulaşan iyilikleri çok görüp senden ona ulaşanları az bulmandır.”[ Sühreverdî, Avarif, 433. [Trc:559].]
Büyük velilerden Zünnûn el-Mısrî [k.s] demiştir ki: “Gönlü Hak’ka açılmış zahidin alameti üçtür:
1-Elinde biriken malı dağıtır.
2-Olmayanın peşine düşmez.
3-Yiyeceğini başkalarına ikram eder.” [Avarif, 248 [Trc: Gerçek Tasavuf, 315]]
Velilerden Ebu Bekir b. Ebu Sa’d [k.s] demiştir ki:
“Sufilerle arkadaşlık eden kimse, nefsini, kalbini ve malını aradan çıkararak sırf Allah için arkadaşlık yapsın. Çünkü, kalbini ve niyetini maddi şeylere bağlayan kimse, asıl maksadına ulaşamaz.”
BEYAZITI BİSTAMİ K.S: “Tasavvuf üç haslet üzerine kurulmuştur:
1-Hak’kın huzurunda fakr ve yokluk hâline sarılmak.
2-Malından bolca infak etmek ve isar yani başkalarını kendine tercih ahlakını elde etmek.
3-Başkasına bir şey arzetme ve ihtiyarı terketmek.” [Bkz: Avarif, 250 [Trc: Gerçek Tasavuf, 319].]
Abdullah b. Abbas [r.a], anlatıyor; Rasulullah [a.s], Ben-î Nadr ganimetlerini elde edince, Ensar’a:
“Sizler kendi isteğinizle, Muhacir kardeşlerinizle mallarınızı ve evlerinizi bölüştünüz. Bu ganimette de onlara ortak oldunuz. Eğer isterseniz mal ve evleriniz size kalsın, bu ganimetten size bir şey vermiyelim [hepsini Muhacirlere dağıtalım]!” buyurdu. Bunun üzerine Ensar:
“Hayır, biz mallarımızı ve evlerimizi onlarla bölüştük, bu devam etsin. Ayrıca bizler bu ganimetteki payımızdan vazgeçerek hepsini onlara veriyoruz,” dediler. Bunun üzerine Allahu Teala:
“Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını kendilerine tercih ederler,” [Haşr 59/ 9.] ayet-i kerimesini indirdi.” [Bkz: Taberî, Camiu’l-Beyan, XIV, 4l; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII, 88; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, V, 200; Kurtûbî, el-Cami’, XVIII, 25.]
Ebu Hureyre [r.a] anlatıyor: Sıkıntı içinde olan bir adam, Rasulullah’a [a.s] gelerek:
-Ya Rasulallah! Çok açım, bana yiyecek ver! dedi.
Rasulullah [a.s] hanımlarına haber göndererek:
-Yanınızda yiyecek bir şey var mı?” diye sordurdu. Onlar da:
-Seni hak üzere gönderen Allah’a yemin olsun ki, yanımızda sudan başka bir şey yok! dediler. Bunun üzerine Rasulullah [a.s], adama:
-Bu gece sana yedirecek bir yiyeceğimiz yok! buyurdu. Sonra, sahabîlere dönerek:
-Kim, bu adamı bu gece misafir ederse, Allah ona rahmet eylesin!” buyurdu. O zaman Ensar’dan bir zat ayağa kalkarak:
Onu ben misafir ederim ya Rasulellah! diyerek, adamı evine götürdü. Âilesine:
-Bu, Rasulullah’ın [a.s] misafiridir, ona ikram et, evde ne varsa ona getir!” dedi. Kadın da:
-Yanımızda sadece, çocukların yiyeceği var!” dedi. Bunun üzerine adam:
-Kalk, çocukları biraz oyala ve bir şey yemeden uyut. Sonra kandili yak. Misafir yemeye başlayınca, sen kalkıp ışığı düzeltiyormuş gibi yaparak, onu söndür. Sonra gel. Ortadaki yemeği Rasulullah’ın [a.s] misafiri yiyip doyması için, biz yemek yiyor gibi yapalım, fakat bir şey yemeyelim, dedi.
Hanım kalktı, çocukları oyalamaya başladı ve hiçbir şey yemeden uyudular. Sonra, tirid yemeği yaptı ve sofraya getirdi. Kandili yaktı. Misafir yemeye başlayınca, kalktı ışığı düzeltiyormuş gibi yaparak kandili söndürdü. Karı-koca sofrada ağızlarını şapırdatarak yemek yiyormuş gibi yaptılar, fakat hiçbir şey yemediler. Kaşığı boş getirip boş götürdüler. Misafir onların da yediğini zannederek karanlıkta ortadaki yemeğin hepsini yedi ve doydu. Karı-koca aç olarak gecelediler. Sabah olunca misafirle ev sahibi erkenden Rasulullah’a [a.s], gittiler. Efendimiz [a.s], onları görünce tebessüm ederek:
“Allahu Teala, bu gece falan erkekle filan kadının yaptıklarından çok hoşnut oldu.” buyurdu. Bunun üzerine Allahu Teala:
“Onlar, kendileri muhtaç olsalar bile, başkalarını nefislerine tercih ederler.” ayet-i kerimesini indirdi.” [ 29. Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr, l0; Tefsiru Sûre, [59], 9.]
Bu ayetin inişine sebeb olan hâdise hakkında Enes [r.a] şöyle bir olayı nakletmiştir:
“Ashabtan birisine kızartılmış bir koyun kellesi hediye edildi. Kendisi de çok sıkıntı içindeydi. Buna rağmen kelleyi yandaki komşusuna gönderdi. O da bir diğer komşusuna gönderdi ve böylece kelle, yedi komşuyu dolaşarak ilk gönderene geri geldi. O zaman bu ayet-i kerime indi.” [Yukarıdaki tefsirlerde gösterilen yerlere bakınız.]
Huzeyfetu’l-Adevî HZ. anlatıyor: “Yermük harbinde amcamın oğlunu bulmak için yaralılar arasında dolaşıyordum. Yanımda da bir miktar su vardı. Kendi kendime: ‘eğer rastlarsam ona su verir, yüzünü silerim.’ diye düşünüyordum. Bir de baktım ki onun yanındayım. Kendisine:
-Sana su vereyim mi? dedim.
-Evet, diye işaret etti. Tam kendisine su verecekken, öbür yandan birisi:
-Ah su! diye inledi. Sesi duyan amcamın oğlu:
-Suyu ona götür! dedi. Hemen ona koştum. Bir de baktım ki Hişam b. el-As.HZ. Kendisine:
-Sana su vereyim mi? diye sordum. Bu arada Hişam, öbür taraftan birinin âh! dediğini duydu. Kendisi hiç içmeden:
-Suyu ona götür! dedi. Hemen onun yanına koştum, yanına vardığımda adam ruhunu teslim etmişti. Sonra, HZ.Hişam’a yetişeyim, diye koştum, geldiğimde onun da ruhunu teslim ettiğini gördüm. Bâri amcamın oğluna yetişeyim, dedim. Yanına geldim ki o da ruhunu teslim etmişti! [Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe, I, 308; Kurtûbî, el-Cami, XVIII, 28.]
Bir de Allah dostlarının cömertliğini dinleyelim: Velilerden Ebu’l-Hasan el-JARKANİ KS.nin yanına otuz küsur misafir geldi. Kendisi o zaman, Rey’in bir köyünde bulunuyordu. Yanında da beş kişiyi doyurmayacak kadar sayılı ekmek vardı. Ekmekleri doğradılar, ortaya koydular, herkes nasibi kadar yesin diye ışığı da söndürdüler ve yemeğin başına oturdular. Bir müddet sonra, yemekten geri çekildiklerinde, bütün ekmekler olduğu gibi duruyordu. Her birisi, kardeşini kendisine tercih ederek, bir şey yememiş ve bütün yiyecek ortada kalmıştı. [Sühreverdî, Avarif, 249. [Trc: Gerçek Tasavvuf, 317].]
Ebu’l-Hasen el-Bûşencî’ye HZ.: “Fütüvvet nedir?” diye sorulduğunda, şöyle demiştir: “Bana göre fütüvvet, Cenab-ı Hak’kın Ensar-ı Kiram’ı anlattığı şu ayet-i kerimede anlatılan hâldir:
“Muhacirlerden önce Medine’yi yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere sevgi beslerler. Onlara verdikleri şeylerden dolayı nefislerinde bir darlık duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, onları nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunur [ve kurtulursa] işte onlar ebedi kurtuluşa erenlerdir.” [Haşr 59/ 9.]
İbnu Atâ HZ. “onları nefislerine tercih ederler” ayeti için: “Bunu cömertlik ve kerem olarak” yaparlar demiş; “Kendilerinin ihtiyacı olsa bile” ayetini de: “Kendileri açlık ve fakirlik içinde olsalar dahi…” şeklinde tefsir etmiştir.
Yusuf b. Hüseyn er-Razî HAZRETLERİ demiştir ki: “Nefsi için bir mülk görenin îsâr ahlakı [başkasını kendisine tercihi] güzel olmaz. Çünkü o, nefsinin herhangi bir şeye sahip olduğunu düşünmekle, o şeyde nefsinin daha çok hak sahibi olduğunu zannetmektedir. Gerçek îsar ancak, her şeyin Hak’ka ait olduğunu gören ve bilen kimseden meydana gelir. Bu anlayışta olan kimse, kendisi vâsıtasıyla veya başka yoldan mülk kime ulaşmışsa bu nimete o kimseyi daha çok hak sahibi görür ve kendi eline bir mülk geçince de, nefsini, onun yerine ve sahibine ulaştıran bir emanetçi ve dağıtımcı olarak düşünür.” [Sühreverdî, Avarif, 250. [Trc: Gerçek Tasavvuf, 318].]
Yine adamın birisi, borç almak için bir arkadaşına gitti. Kapısını çaldı. Ev sahibi dışarı çıkıp, niçin geldiğini sordu. O da dörtyüz dirhem borcu olduğunu, onun için kendisine geldiğini söyledi. Ev sahibi içeri girerek dörtyüz dirhem getirip verdi ve ağlayarak eve girdi. Bunu gören hanımı:
-Madem borç vermek sana zor geliyordu, bir bahane bulup da onu geri gönderseydin ya! dedi. Adam da:
-Ben verdiğim paraya değil, niçin kardeşimin hâlini araştırmayıp, onu borç için kapımı çalmaya muhtaç ettiğime ağlıyorum! dedi.” [: Avarif, 251. [Trc: 320].]
Arifibillah Sühreverdî [k.s] işin özünü şöyle özetliyor:
“Sufiyi, başkalarını kendi nefsine tercih etmeye sevkeden ancak, onun nefsinin temizliği ve tabiatının şerefli oluşudur. Allahu Teala bir kimseyi ancak, tabiatını bu güzel ahlak ile terbiye ve ıslah ettikten sonra kendisine dost yapar.
Tabiat ve karakterinde cömertlik ve el açıklığı olan bütün kimseler sufi olmaya en yakın ve en yatkın kimselerdir. Çünkü cömertlik, insanın fıtratına bağlı bir sıfattır. Buna sehavet denir. Onun zıddı, şuh ile tabir edilen aşırı cimriliktir. Cimrilik ise, nefisten kaynaklanan bir sıfattır. Allahu Teala:
“Nefsinin cimriliğinden korunan [kurtulan] lar felâha ermiştir,” [Haşr 59/ 9.] buyurmaktadır. Bu ayet-i kerimede kurtuluş, cimrilikten korunup kurtulmaya bağlanmıştır. Şu ayet-i kerimede ise kurtuluş, infâk ve ihsana bağlanmıştır:
“Onlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredir ve felâha erecek de onlardır.” [Bakara 2/ 3-5.]
Felah, dünya ve ahiretin saadeti demektir. Ebedi kurtuluş budur
Son Yorumlar